Seni hislerinden öpebilmeyi isterdim. Düşüncelere gark olmuş beyninin izi kalan kesik bakışlarından, birbirinden ayrılmaya dahi korkan iki dudağından çıkan korkak cümlelerinin kokusundan, karanlıkta değerli taşlar gibi parlayan kederinin aynası gözyaşından.
Hayır yapma, kederinden utanma. Aslında bir dönüp baksan toprağı eşeler gibi zihnini acıtan halı altına süpürdüğün üzüntülerine, hayal kırıklıklarına, utançlarına, yüzünden okunur sanıp da gözlerime dahi bakmaya korktuğun o çekingen hallerine, kuş tüyü hassaslığında ürkekliğine. Nasıl da harikulade olduğunu fark etsen; belki anlarsın hüznün ve sevincin arasındaki muazzam benzerliği. Nasıl da fazla duruyor, nasıl da ağırlık yapıyor o çekinceler sana.
Uzun bir yolculuktan gelmiştim, yorgundum ve susuz. Cebimde biriktirdiğim tüm umutlarımı kullanmıştım yalancı seraplar uğruna. Üstüm başım yırtık, eski bir bez parçasını andıran bir mendil elimde terleyen gözbebeklerimi silmek için, her düştüğümde varlığını hatırlatmaktan zevk alan kabuklu yaralarla dolu dizlerim ve toprak kokulu ellerim vardı.
Dedim ya uzun yoldan geldim. Gözlerini andıran çimen yeşili vadilerde, körpe kuşların yıkandığı derelerden geçtim. Issız yollardan, kaktüslerin dahi beğenip de uğramadığı sarı günlerin doğduğu çöllerden geçtim. Gülüşün kadar mavi denizlerin okyanuslara karıştığı derin sularda suskun balıklara dokundum.
Hayır, yalnız değildim sadece ıssızdım. Bir ürperti gibi sinsi bir karartı girdiğinde yüreğime güneşe döndüm yüzümü gözlerim parlayarak. Üşüdüğümde kömür karası geceyi örttüm üzerime.
Kelimelerini yitirmek nasıldır bilir misin? Bir dilsizin duygularını gözleriyle anlatması gibi, bir kelebek misali kısacık bu yaşamda kanatlarının yüreğini taşıyamadığını anladığında bıyık altından gülen hayatın karşısında yaşadığın hezimet gibi, acı bir gülümseme gibi.
Ne fazla duruyor, nasıl da ağırlık yapıyor o suskunluk sana.